27.04.2020

AYIN KİTABI

SAHABE HATIRALARI Elif Erdem-Hale Şahin-Rukiye Aydoğdu Demir

Yüce Allah’ın indirdiği son dinin ilk inananlarıydı onlar.  Hep özlemle yâd ettiğimiz Saadet Asrı’nda yaşamış, vahyin inişine tanıklık etmiş ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in terbiyesi ile yetişmişlerdi. Rasûlullah’ın ağzından çıkacak her kelimeyi, ‘âdeta başlarına konan bir kuşu ürkütmemek istercesine’ pür dikkat dinlerlerdi. Öğrendiklerini özümseyip hayata geçirmeden yenilerine geçmez; tüm yaşantılarını ilâhî emirler doğrultusunda inşa etmeye özen gösterirlerdi.
Dünyadan ve içindeki her şeyden daha kıymetliydi onlar için Allah ve Rasûlü. Yürekleri imanla çarpar, ‘Anam babam sana feda olsun!’ derlerdi o gül yüzlü Elçi’ye. Sözde kalmazdı bu cümle, yurtlarını da mallarını da canlarını daha feda etmişlerdir Allah ve Rasûlü uğrunda.
İslâm tarihinin en güzel sayfalarını dolduran olayların kahramanlarıydı onlar. Vahyi yazdılar, sünneti yaşadılar ve sonraki nesillere örneklik edecek nezih bir toplum oluşturdular. Onlar Rabb’imizin Kur’an’da övdüğü, Rasûlullah’ın ‘ashabım’ dediği kıymetli dostlarıydı. Kimisi Peygamberimiz’in hane halkındandı, kimisi akrabalarından. Onunla bir ömür birlikte olanı da vardı, kendisiyle yalnızca bir kez muhatap olanı da. Hayata onunla gözlerini açanı da vardı, onun elleriyle toprağa verileni de. Her birinin bir hatırası vardı Allah Rasûlü’yle. Belki bir sohbet meclisinde, belki bir yemek davetinde, belki de bir seferde. Belki bir belki de yüzlerce… Nesilden nesile aktarılan bu hatıralar, İslâm tarihini aydınlatan salt ilmî veriler olmanın ötesinde Rasûlullah’ın sünnetini bütün canlılığıyla gözler önüne seren kıymetli birer tablo oldular.

Ashabın örnek yaşantısı sonraki nesillere her zaman yol gösterdi, Resûl’ü daha iyi tanıma fırsatı verdi. Onların dünyasına daha yakından şahit olmak adına 2013-2016 yılları arasında Diyanet Aylık Dergisi’nde kaleme alınan yazılardan bir araya getirilen bir eser istifademize sunulmuş. Hz. Ebu Bekir’den başlayarak 37 sahabi bizlere ashab-ı kiram sevgisini daha da perçinlemeyi hedeflemiş. Emeği geçenlere teşekkür ederiz.

Görevlilerimiz kitabı okurken şu soruların cevaplarını aradılar:

1.Allah Resulü ile Hz. Ömer arasında son derece içten ve mütevazi dostluğun en önemli hatırası nedir?

2.Kızının cenazesine yetişemeyen Allah Resulü, ne yaptı, Hz. Osman’ın asıl üzüntüsü ne idi?

3.Allah Resulü, eşi Hz. Aişe’nin öfkesini nasıl anladığını ifade etmiştir?

4.Abdurrahman b.Avf’ın Medine’ye geldikten sonra büyük bir servet sahibi olunca ne söylemiştir?

5. Abdurrahman b.Avf, Mus’ab b. Umeyr hakkında ne demiştir?

6.Allah Resulü’nün vefatı üzerine ağlayan Ümmü Eymen, Hz. Ebubekir ve Ömer’e ne demiştir?

7.Hakkında Abese 1-12 ayetlerinin inmesine vesile olan İbn Ümmü Mektum’u her gördüğünde Allah Resulü ona nasıl hitap ederdi?

8.Hakkında Mücadele 1 ayetinin inmesine vesile olan Havle hakkında Hz. Ömer ne söylemiştir?

9.Yalancı konumuna düşen Zeyd b. Erkam’ın Abdullah b. Übey hakkındaki sözleri Kur’an’ın hangi ayetleri ile doğrulanmıştır?

10.Esma binti Yezid’in ’Hatîbetü’n-nisâ’ olarak anılmasına vesile olan olay nedir?

 

Anlam ve Varlık Boyutuyla İNSAN Gürbüz Deniz

İslam, ‘Orta ümmet’ (ümmeten vasata)(Bakara, 143) ideali ile bizleri aşırılıklara ve inkara karşı koruma altına almaktadır. Ne şehevanî ve gazabî isteklerimizin şiddeti içinde varlığımızı/hayatımızı mahvediyoruz ne de tabii ve fıtrî olan ihtiyaçlarımızı gidermeyerek onları devre dışı bırakmak suretiyle sapkınlıklara dalıyoruz. İşte her insan tekinin biyolojik ve ruhî ihtiyaçlarına cevap veren İslam, bize göre insan tabiatına uygun, en tabii din olarak tezahür etmiştir/etmektedir. (s.24)

 

Hz. Ali ile bir müşrik arasında geçen şu konuşma ahirete inanmanın, onu inkar etmekten daha akli ve insani olduğunu bize göstermektedir. Müşrik biri Hz. Ali’ye, “Ey Ali, durmadan ibadet yapıyor, dünyevi zevklerden kendini mahrum ediyorsun, halbuki ahiret diye bir yer yoktur. Hz. Ali’nin cevabı muhteşemdir: “Ey falanca, eğer iş senin dediğin gibi ise ölümden sonra benimle enin aranda bir fark yok demektir. Ancak eğer benim inancım doğru ise benimle senin eşit durumda olması mümkün değildir.” (s.27)

 

Kötülük; ontolojik olarak yokluğa, işlev olarak ile basitliğe ve sıradanlığa yöneliktir. Kötülüğü yapmak kolay olduğundan onu ifade eden seviye de kolaydır. Ancak iyiliğe, hayra gelince, burada yokuşu çıkmak lazım. O da yorucu olduğundan her insanın veya her insan ferdinin bu yokuşu çıkmak için bireysel seviye ve aşamalara sahip olması gerekmektedir. Yani iyiliğin varlık ve varoluş seyri zordur. Bununla beraber zorluklar aşılınca büyük kolaylıklar ve büyük mükafatlara ulaşmak mümkün hale gelmektedir. “Muhakkak her güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Evet, her güçlükle beraber bir kolaylık vardır.”(İnşirah, 5-6) ayetlerinde bu husus tekraren teyit edilmektedir. (s.48)

 

"Sevmeyenler, yaşamayanladır. Onlar ölü ruhlardır. Her an toprağından taze hayat fışkıran tarlanın üstüne atılmış kuru kütüklerdir. Dünyamızın tadını onlar alamazlar. Hayatın kudretini onlar bilemezler" (Nurettin Topçu, Var Olmak, s. 24) (.75)

 

Varlıklı bir adam konuştu: ‘Bize vermekten bahset’ dedi.

Cevap: Sahip olduklarınızdan verdiğinizde çok az şey vermiş olursunuz.

Gerçek veriş, kendinizden vermektir.

İhtiyaç korkusu, ihtiyaçtan başka bir şey değil midir?

Kuyunuz tamamen doluyken, susuzluktan korkmak, tatmin olamayan bir susuzluk değil midir?

Bazıları vardır ki, çok az şeye sahiptirler ve hepsini verirler.

Bunlar hayata ve hayatın hazinesine inananlardır ve kasaları hiç boş kalmaz.

Bazıları vardır ki, ne vermenin acısını hissederler, ne sevinç ararlar, ne de bir erdemlilik düşüncesi taşırlar. Onlar, şu vadideki ağacın kokusunu salışı gibi verirler.

Böyle kişilerin ellerinde Allah dile gelir ve onların gözlerinden dünyaya gülümser.

İstendiği zaman vermek güzel bir davranış olabilir; fakat istenmeden vermek, ihtiyacı hissederek vermek çok daha anlamlıdır.

Vermekten alıkoyacağımız herhangi bir şey olabilir mi?

Sahip olduğumuz her şey bir gün verilecektir.

Öyleyse şimdi verelim ve vermenin hazzını mirasçılarımız değil, biz yaşayalım.

Çoğunlukla şöyle deriz: ‘Vereceğim ama hak edeni bulabilirsem.’

Ne koruluktaki meyve ağaçları böyle düşünür, ne de çayırdaki sürüler.

Onlar, sakladığında çürüyecek olanı, yaşayabilsin diye verirler.

Herhalde kendisine günler ve geceler verilmesini hak eden bir kişi, önce kendimizi vermeye hak kazanmış ve verme olayında bir aracı olarak görelim. (Halil Cibran, Ermiş, .25) (s.117-8)

 

Görevlilerimiz kitabı okurken şu soruların cevaplarını aradılar:

1.Hz. Ali ile bir müşrik arasında ahiret konusunda nasıl bir muhavere geçmiştir?

2.Yazar, Bakara 143 ayetinde ‘orta ümmet’ ile ilgili hangi açıklamada bulunur?

3.İnsanın ruh ve beden sahip olması konusunda Aliya İzzetbegoviç ve Elmalılı Hamdi Yazır nasıl ifade etmişlerdir?

4.Yazar, İnşirah 5-6 ayetlerinde nasıl bir yorum ortaya koyar?

5.İlahlaşma kötülüğünden kurtulmak için her bir Müslüman bir iş yaparken kendine hangi soruları sormalıdır?

6.İnsanın nefsini ilah edinmesi, nasıl tezahür eder?

7.Yalancının cezasının şiddetinin sebebi nedir?

8.Nurettin Topçu, sevmeyenleri nasıl ifade eder?

9.Halil Cibran, ‘vermek’ten nasıl bahseder?

İstifade etmek dileğiyle.